“Bugün güzel bir gün
olsun” demiştim sabah kalktığımda… Siz bilmezsiniz, ben her sabah korkarak
kalkar ama güne cesur devam ederim. Elimden geldiğince… J
Öğrencilik hayatı zor
gelir hayata adım atana kadar. En azından büyükler hayatın -ki biz öğrenciyken
hayat dışında başka bir şey mi yaşıyoruz bunu da anlamış değilim- zor olduğunu
söylerler. Öğrenci milletinin tek derdi dersleri sınavlarıdır nokta. Genelde
böyledir belki de. Ama bazen çok daha fazlasıdır.
Neden böyle bir giriş
yaptım bilmiyorum. Parmaklarım çalışmaya bir başladı mı çenemden daha geveze
oluyor… Evet, ne demiştim; “Bugün güzel bir gün olsun.” J
Son zamanlarda İlahi
güçler tarafından korunup kollandığım ve sevildiğimi en yoğun hissettiğim
dönemleri yaşıyorum. Karşıma çıkan her şeye değerlendirilmesi gereken
fırsatlarmış gibi bakıyorum. Belki alakasız olacak ama insan birisini
kaybedince yaşamın anlamsız olduğu hissine kapılıyor, biraz şanslıysa da
ölümdeki sırlardan kendi hayatının saklı kalmış mücevherlerini keşfediyor. Kısa
bir zaman önce ilk defa bu derece bir yakınını kaybetmiş biri olarak boğazımdaki
düğüm yeni yeni çözülmeye başladı diyebilirim. İşte bugünün bir diğer önemi de
buydu benim için. Keşfetmek.
Bir yerde okumuştum, bir
yere gittiğimizde –eğer mümkünse- dönüşte başka yoldan dönmeliymişiz, Peygamber
Efendimiz de böyle yaparmış. Bunun nedenini çok düşündüm, en son verdiğim karar
ise daha çok ve daha farklı insanlar görerek hepsine hal hatır sorarak hem
onların gönlünü okşamak hem de kendi gönlümüzü yumuşatmak olduğuna karar
verdim.
Ne yazık ki günümüz
metropol şartlarında hep en kısa, en trafiksiz yolu seçmek durumundasınız.
Çünkü ya bir yere yetişeceksinizdir ya da çoktan geç kalmışsınızdır.
Kalabalıktır her yer ve biz ailelerimizden “çevreye güvenmiyoruz” sözlerini
duyarak büyüdüğümüz için donuk bir suratla dolaşırız. Çünkü insanlar
güleryüzden anlamazlar. Çünkü onlar tehlikelidir. Çünkü biz de onlar için
tehlikeliyiz!
Ama bugün o günlerden
biri değildi işte. Bugün herkes çok iyiydi. Okul bile. Dönüşte
Sefaköy-Mecidiyeköy-Kavacık hattını kullanmadım bu defa. Daha uzun ama
trafiksiz, tertemiz bir yoldan döndüm evime.
Nerede kalmıştık. Hehh,
evet! Kafanız bozuk olabilir bazen. Devreleriniz yanmış, sigortalarınız atmış,
hatta şanzımanınız dağılmış olabilir. Kalabalıklar içinde yalnız bile
olabilirsiniz, bunun için ille de ergen olmaya gerek yok. Ben yalnızlığa hiç
alışkın değildim, alıştım. Ve söyleyebilirim ki herkesin şikayet ettiği kadar
kötü bir durum değil yalnızlık. J
Buraya kadar kısmın
henüz giriş olduğunu söylesem herhalde kapatır sayfayı “yuhh” dersiniz, ya da
tam tersi, önce “yuhh” deyipte de kapatabilirsiniz. J Saygı duyarım.
Uzun zamandır kurduğum
gezi yazılarımı blogumda paylaşma hayallerimin beklide ilk adımını atıyorum
bugün.
“Dın dın bir sonraki
durak Mecidiyeköy” dedi oldukça metalik bir hanım sesi ve düğmeye bastım.
Aslında oldukça dalgındım, artık kafam neredeyse… “Dın dın Mecidiyeköy” ama
inmedim. O an aldığım kararı o an uyguladım. Bu da yeni alışkanlığım, tavsiye
ederim. J “Farklı
yoldan dönmek” dedim kendi kendime, cidden dedim, edebiyat amaçlı yazmıyorum
tuhaftır ama o anda hissetmiştim bunları yazacağımı. Zincirlikuyu’da indik,
aktarma yapacağız. Kalabalık o biçim. Bir amca çarpıyor gözüme. Bende onun
gözüne çarpmış olacağım ki gülümseyişime karşılık alıyorum. Sonra o amcayla
aynı metrobüse biniyoruz. Yabancılarla konuşmaktan hep korkmuşumdur. Yabancılar
tehlikelidir. –Yok öyle bir dünya, hepimiz yabancı değil miyiz birilerine.-
(Yine de bazılarından uzak durmak lazım.) Sonra amca sohbet etmeye başladı,
bende karşılık verdim. Yaşanmışlık bambaşka bir şey, tecrübeler, gözlemler.
Hele de İstanbul’da geçmiş bir ömürden ne hikayeler çıkar kim bilir. Ancak kısa
sürmek durumunda kaldı amca ile sohbetimiz çünkü ben köprüde inecektim. “İyi
akşamlar” diliyorum, ve o anda fark ediyorum ki akşam olmuş… Ama İstanbul daha
yeni yeni kendine geliyor, malum yaz sıcağı. Köprüden aşağı uzuuuunca bir
kaldırım, yürüdükçe yürüyorum, yürüdükçe yürüyor… Hızlı yürürüm ben, Nam-ı
diğer Atom Karınca. Lakin hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmamaya da öyle çok özen
gösterdim ki fıldır fıldırdı gözlerim. Uzaktan gören “bir işler çeviriyor kesin”
derdiJ Bir karga çok dikkatimi çekiyor, neredeyse önümdeki
hanımefendinin başına konacaktı, neyseki bir ağaç bulduJ Beylerbeyi Sarayını geçiyorum, nefes alıyorum, en
derininden… Yollar insanlar, kediler, köpekler… Derken Beylerbeyi’nin içinden
geçerken önemde koyun gibi –maşallah- bir köpek beliriyor. Korkmuyorum ama
arkasından yavaş yavaş yürüyorum. O an kendi kendime gülüvermişimJ Elinde bastonuyla dükkanının önünde oturan amca bir şey
yapmayacağını söylüyor, gülümsüyor; seyrettiğimi söylüyorum sadece, yine iyi
akşamlar dileyip hızlanıyorum.
Derken Yalıboyu’na
gelmişim bile. Yeşillikler ve tarih içinde yürümeye devam. Alçak duvarlı
evlerin bahçelerinde ortancalar açmış –en sevdiğim çiçektir- beyaz bir masa ve
etrafındaki dört sandalye çekiyor dikkatimi, biz geliyoruz aklıma… Havuzbaşı ve
Çengelköy…
Küçük bir çiçekçi vardır
Çengelköy’de. Bundan yıllar önce Çengelköy’e ilk tek başıma gittiğimde yaşlı
bir ressam için bir buket karanfil almıştım, bu defa aynı yere tek bir gül
almak için giriyorum, elimde yoldan kopardığım 7 yapraklı akasya dalı ile. Amca
hediye ediyor gülüJ
Ve manavlar… Manavlar en sevdiğim
mekanlardandır, hele de tezgahlar yaz meyveleriyle doluyken yanlarından
geçerken depderin bir nefes çekmemek olmaz ciğerlereJ Çekiyoruz…
Yollar bitmez, sadece
varılacak yere gelinir. Her yeni gün yeni bir yol çıkar karşımıza. Neyle
geçtiğimizden çok nasıl geçtiğimiz, hangi kıyafetlerle geçtiğimizden çok hangi
düşüncelerle geçtiğimiz önemlidir o yollardan. Ben yürürken koca bir roman
yazdım. Nefes aldım, nefes verdim. Her takıldığım taştan özür diledim. Kendimi
en mutsuz belki de umutsuz hissettiğim dönemde yine kendim tedavi ettim.
Aslında bütün bu gevezeliklerimin nedeni sadece kendinize zaman ayırın,
etrafınızı görün diyebilmekti. J
Son olarak
Peygamberimize sormuşlar “Canımız sıkkın olduğunda ne yapmalıyız” diye, “Bir
yetimin başını okşayın” demiş. Bu hem onu hem de ruhen sizi mutlu eder, huzur
bulmak aslında bu kadar kolaydır. Her şeyi zorlaştıran bizler için bazen
hakikatte içimize yaptığımız yolculuklar en iyi seyahattir. Son olarak tüm
büyük yolculuklar bile kapı eşiğinden atılan bir adımla başlarJ
Bir kişi için bile bir
mum yakabildiysem ne mutlu banaJ
Teşekkür ederim Sayın
okurumJ