9 Şubat 2013 Cumartesi

Bir Kaç Şarkı

Başlarken...

3- http://m.youtube.com/watch?v=4MBRtY0TNd8

2- http://m.youtube.com/watch?v=FbQ3_btADc8

1- http://m.youtube.com/watch?v=Dtw6OSovGq0


Biterken...

3- http://m.youtube.com/watch?v=KmwNmNLM4cM

2- http://m.youtube.com/watch?v=jyNBtnwsvuw

1- http://m.youtube.com/watch?v=gb-HSIPuhB8

Duygusal bir cümle kuracak halde değilim. Dinlerseniz üzülebilirsiniz ya da bilmiyorum.

3 Ağustos 2012 Cuma

Yığın (2)

http://fizy.com/#s/1ajdg9

Bu gece böyle devam eder dedim ya, ediyorum. Hatta dozumu arttırıyorum.

Sondan başlayacağım; Unut bütün geçenleri, bunca yıl sonra nasılsın? Bir nasılsın'ı çok gördüğümüz arkadaşlarımıza, mahalle bakkalına (kaldıysa hala), yan komşuya, bisikletini tamir etmeye çalışan çocuğa, her hangi birine, unutmaya çalıştığımız birine...
Gene duygusallaştım ve bu halimden nefret ediyorum. Aslında hala sükunetimi ve tavrımı koruyorum. Sonuçta bazı şeylerden -ki bu şeyler ne bilmiyorum- ödün veremiyoruz. Her şey daha farklı olabilecekken sıradan sonuçlar seçiyoruz. Seçiyorum.

"Anlardım aklından geçenleri. Sustukça konuştuk sanki." Bu tam da benim kendi kendime konuşmalarım gibi.

Kahve konusuna hiç girmiyorum. Dinleyin gitsin işte. Ne desem boş.

Yığın (1)

Bir çok insana göre çok şanslıyım. Farkındayım da. Mesela bir çokları da benden daha fazla şanslı ama farkında değiller... (Mesela benim yanında olmak istediklerimin yanındalar...) Nereden mi geliyor bu şans: Bir çok insanın iyi bir dostu, arkadaşı yokken benimki tam karşımda uyku moduna geçti, radyomuzda güzel parçalar, saat olmuş gecenin bir yarısı, ee mübarek, bereketli bir aydayız da (her ne kadar gereği gibi ifa edemesek de...) daha ne olsun.
Daha ne olsun tabi de olmuyor işte öyle... Hep daha çoğuna, genelde bizde olmayana platonik sevdalar besleriz. Tamam aslında konumuz bu değil. Böyle romantik konular ilgi çekiyor ya o nedenle gireyim kıyısından köşesinden dedim. Belki biri okursa falan diye... Sanat kaygısı böyle bir şey işte. Her ne kadar katı bir duruş sergilesenizde, başkası beni ilgilendirmez deseniz de ilgilendirir kardeşim. Her kelimeyi yazarken özen gösterirsiniz, belki değer verdiğiniz birinin okuyacağını düşünerek ya da herkese değer verdiğinizden...
Şimdi bunları yazdım ama aslında yazacaklarım çok daha başkaydı. Bilmem sana da olur mu, böyle kurarsın bir şeyi, kurarsın, kurarsın... Defalarca prova yaparsın, oydu, buydu derken o an geldiğinde hiç bir şey öyle olmaz. Evet saçma bir soruydu. Bu hep böyledir. Yazarın da dediği gibi; Bu anı daha önce o kadar çok kurmuştum ki gerçek olunca bir şeyler eksik kaldı. Adam boşuna yazar olmamış dedirten cinsten bir cümleydi... Bazı cümleleri, paragrafları ve hatta bazen kitapları ben yazmış olmak isterdim. Hatta bunu o kadar çok isterdim ki kıskançlık boyutunda... Kıskançlıktan yarım bıraktığım kitaplar var benim. Sonra sindirip bitirmişimdir ama:) Evet konumuz bu da değildi aslında ama madem saptık bir kere konudan gidelim böyle... Bakalım nereye varırız.
Bu gece kafalar biraz dağınık. Bayağı döküldük. (Özel bir nedene asla gerek yoktur.) Ee saatte geç. Gevezelensem dinleyecek kimse yok, hadi ben dinlesem gevezelenecek kimse yok. Aslında söyleyecek çok şey var, dinleyecek de. Ama ne anlatan var ne söyleten. Yalnızlık değil de başka bir şey. E o kadar usta değilim, kelime cambazı olamadım daha. O yüzden çok tanımlayamıyorum ama anlarsın sen... Madem buraya kadar okudun senin de kafan karışık demek ki. Şahsen ben de böyle saçma bir yazı görsem okurdum. Çünkü benimde kafam karışık.
Kafası karışık insanları severim aslında. Net insanları da severim. Galiba insanları seviyorum. Ayrıca bir yamuklarını görene kadar herkese güvenmek de lazımmış, en azından güveniyor gibi yapmak... İyi bir şey-miş... Neyse burada bitireyim. Bu gece daha devam eder bu tip okunmayacak yazılar.


Saygılar ;)

Bir Ara Yazarım

Aslında yazacak çok şeyim vardı. Hala da var. Biliyorum okumayacaksın, bari dinle...

http://fizy.com/#s/1tjuo3

17 Temmuz 2012 Salı

Birinin Hayali mi Kırılmış!


Geçenlerde toplamış birkaç arkadaş konuşuyoruz. Biz konuşurken konunun nereye gideceği pek belli olmaz, siyasetken spor, sporken sanat, sanatken hayat olabilir… Genel sorular sorulur özel cevaplar aranır. Böyle durumlarda her ne kadar konuşkan bir insan olsam da dinlemeyi daha çok severim.
Derken o malum sorulardan biri geldi; en büyük hayal kırıklığın ne? Düşünmeye başlandı, eskilere gidildi, dönüldü. Genelde cevaplar başkaları tarafından haksızlığa uğranılmışlıklar üzerineydi. (İşin bu kısmı da çok dramatik, başkalarının bizi incitmesine izin veriyoruz…) Hiç katılmadım bu konuya, çünkü beni hayal kırıklığına uğratan kimse olmadı, çünkü bu soruya onların bakış açısından baktım. Sonra birkaç gün düşündüm, yok canım dedim kendi kendime, çok üzüldüğüm zamanlar oldu, kendimi boşlukta hissettiğim zamanlar da, bunları hatırlıyorum ama nedenleri neydi hatırlayamıyorum… Derken aklıma geliverdi, 14-15 yaşlarındaydım, o zamana kadar öylesine alışmışım ki ufak tefek şeylerde başarılı olmaya elimi attığım her şeyi alırım sanıyorum, sınıf başkanı olmak istedim, oldum; resim yarışmasında dereceye girdim; yazılarım okul panolarında yayınlandı;  basın yayın kulübü başkanı oldum, karnelerim hep iyiydi, yarışmalara katıldım vs. vs. bunlar benim için çok değerli şeylerdi o zamanlar (küçüğüm daha:))… E tabi her şey istediğimiz gibi gitmez, etrafımda daha çok insan oluşmaya başlayıp kabımdan yavaş yavaş çıktığımda aslında çok da yetenekli ve zeki olmadığımı fark ettim.
Küçük bir çocukken kendimizi hep üstün zekâlı sanırız; hele de birkaç şeyde işe yaramışsak, birkaç esprimize gülmüşseler ve birkaç övgü sonunda başlarız kocaman hayaller kurmaya. Elbette ki büyük hayallerimiz olmazsa olduğumuz yerde sayarız, fakat bu bende bir süre sonra öyle bir hal almıştı ki sadece kendim olarak hepsini gerçekleştirebileceğimi düşünmeye başlamıştım; gereksiz özgüven. İşte en büyük hayal kırıklığımdır bu; üstün zekâlı olmadığımı anlamak.
Arada kayıp zamanlarımdır bu zamanlar.
Sonra ne mi oldu… Savaşmayı öğrendim, en çok da kendimle. Belki bir ressam, şair, yazar, heykeltıraş ya da ünlü bir avukat olamayacağım ama iyi bir savaşçı oldum. Başkaları tarafından hayal kırıklığına uğramamayı öğrendim. Peşi sıra da bir kaç kez hayal kırıklığına uğramışımdır, hep kendim yüzünden. Ne zaman ki suçu başkalarında aramaya başlıyoruz, işte o zaman işin içinden çıkamaz hale geliyoruz. Başkalarını suçlayarak kısa süre rahatlattığımız vicdanlarımızda kocaman urlar büyüyor tedavisi imkânsız hale geliyor
Belki bunları söylemeye benim yetkim yok ama unutmayalım ki başkaları bize zarar veriyorsa suçun çoğu yine bizdedir.


Hayat Rezilliklerle (mi) Güzel!


İnsanız be kardeşim! Bazen rezil de oluruz rüsva da! En azından rezilliğimizi paylaşacak dostlarımız olsun yanımızda. Biraz da cümle kurmayı bildikten sonra aşılamayacak rezillik yoktur.

Gene olmuşum fena halde rezil rüsva, üstelik daha yeni tanıştığım birine. Ne adam gibi muhabbetim var ne samimiyetim. Bunun üstüne de daha olmaz diye düşünüyorum. Teknolojiyle aram iyi ama bu “dokunmatik” olayı benim dolma parmaklarım için sakıncalı. Kaydırıp kaydırıp yaptığım bir yanlış sonrası en yakın dostlarımdan birine sitem ediyorum:

-Büşraaaaaaa, diyorum. Neden benim hiçbir günüm olaysız, rezil olmadan geçmiyor? Neden hep tam gol atacakken ofsayta düşüyorum? Neden hep topu auta yolluyorum? Hayat bana bir köşe vuruşunu bile çok mu görüyor?

Ne sitem ne sitem. En sevdiğimiz konudan girmişim olaya. Şimdi rezilliğin daniskasını yapıyorum ama battı balık yan gidiyordu değil mi? Son bir gayretle son lafımı da söylüyorum;
-Ben neden hep kendi kaleme gol atıyorum?
Sessizlik. Bu sessizliği iyi tanırım. Muhakkak peşinden ya beni intihara sürükleyecek bir tepki gelir ya da ölmüşten beter edecek bir espiri. Maalesef espiri geliyor;
-Aaa aaa çok korkunç bir şey ofsayt ya, ama hakem iyi, bak kaçırmıyor hiç!
(Bu kısmı içimden söylüyorum “Büşra ÖL!)
Sonra kısaca olayı anlattım. Oldukça kısaydı çünkü zaten anlaması güç değil, nitekim 15 yıl olmuş!
-Sen bunu hep yapıyorsun, oldu ilk tepkisi, bir de birsürü gülücük ekledi. Çok komik!!!.
-Yoooo ilk defa yaptım… He rezil olma işini mi diyorsun? Allah’ım neden ben!
Böyle böyle hayıflanırken devam edivermiş sitemlerim…
-Neden ortalarım şut olmuyor? Neden şutlarım kaleyi bulmuyor? Neden tribünler tarafından hep yuhalanıyorum?
-Belki de Rabbim seni böyle sınıyordur.
-Kafamı kale direğine çarpıp beyin sarsıntısı geçirmek istiyorum.
-İstersen sana faul yapabilirim, hiç değilse takımın penaltı kazanır.
   Çok da güzel teselli eder canım arkadaşım!
-Bir de sen vur! Zaten Kırmızı kart yakındır, hem de öyle iki sarıdan falan değil, direk kırmızı!
-Muslera ne kadar yakışıklı değil mi?
   Aaaa Ha! İşte o beklediğim hamle geliyor. Konu değiştirmece oynuyoruz. E başarılı da oldu sayılır. Nereden vuracağını biliyor aslında ama yanlış zamanlama. Konuyu kaynatabilir ama değiştiremez! Tamam, Muslera konusu azıcık uzadı. Oooo araya başkalarıda girdi. Ama Serap kaynatır mı hiç?
-Harbiden çok kazmayım. (Tabi bu uslûp ile en yakın arkadaşlarımdan birine konuşabilirim. Normal şartlarda bu kadar abartmam.) Sabri’den beterim.
-İyi o zaman kızım, Sabri denk getirdiğinde güzel gol atar mutlu olmalısın, dedi ve muhtemelen o anlarda gülüyordu bana.
-Yok yok benden bir cacık olmaz. Zaten anca savunma oyuncusu olurum ben.
-Sabri de forvet değil zaten.
-Saol çok moral verdin gerçekten.
Çok acayip haller içerisindeyim, olayı unuttum.
-Aklıma abuk subuk şeyler getiriyorsun Büşra.
-Bende malzeme bol zaten, hep gelsin bir şeyler!
-Yok oğlum bu fena değil.
-İyi bari belki hoca beni de alır oyuna.
-Heee heeeyyt be! Belki de iyi bir takımım olmadığı içindir, belki sen girince oyun lehimize döner. Messi gibi olsam mesela. Hani milli takımda daha kötü Barça’da daha iyi ya o hesap… (Düşünüyorum) Gerçi Messi ne kadar kötü olabilir ki?
-Messi&Sabri! Harika bir ikili olduk!
-Olamaz mı olabilir. (Buraları uzatıyorum tabi. Teknoloji ilerlediğinde yazıların bazı kısımlarını kendi sesimizle de kaydedebiliriz belki, efekt hesabı…)
-Neyse ben gideyim o zaman, saat geç oldu, namazı da kılar uyurum.
-Tamam. Bize dua et!
-Serap bu saatte dua edemem. Öğle ya da ikindide ederim. (Bu cümlenin üstüne yıkıldığımı belirtmek isterim.)
-Yatsıda edilen duanın kabul olma olasılığı daha fazla. Her şeyin hayırlısı olsun de yeter. Ya da sen “Allah’ım dualarımızı kabul et” de duayı sonra ederiz.
-Bende bir huy var duayı namazı kılarken edebiliyorum.
-Yap işte bildiğin gibi, sonuçta herkesin bir tarzı var. (Bu satırlar parmaklarımdan dökülürken dilimden dökülenler sadece “estağfurullah, tövbe tövbe…)
-…

Oldukça uzun olan vedalaşma kısmından sonra Büşra’dan normal bir zamanda bu yazıyı kompozisyon haline çevirip çeviremeyeceğim konusunda izin alıyorum. İkimizde battı balık yan gider modundayız. İşte o geceden arda kalanlar…

Saçmalamak sizinle birlikte saçmalayacak insanlar bulduğunuzda daha güzel.
Konu mu? O gereksiz, geçip gitmiş bir konu. Tüm hayatımız böyle değil mi zaten. Bir dönem önemli olan şeyler, üstüne düşünüp birazda abartı tozu eklediğimiz durumlar sonrasında oldukça basit hale gelmiyor mu? Onları da tuz, biber, biraz eksi (limon olabilir mesela ya da nar ekşisi) olarak kabul edelim. Sonrasında tatlı anılara dönüşüyorlar.
Hayat rezilliklerle güzelş


Doğru Zaman Çarpı Doğru Yer Eşittir Fırsatlar


Doğru zaman da doğru yerde...
Son zamanlarda en çok duyduğum söylemlerden birisi oldu. Gerek belli bir yere gelmiş insanlar, siyasetçiler; gerekse özel hayatı iyi giden bir takım arkadaşlar tarafından çok söylenir oldu etrafımda.
Her seferinde biraz daha oturup düşünmeye başladım; ne zaman nerelerde oluyorum, doğru zaman ve doğru yer kavramı neye göre değişiyor? Hayatımı az çok ele alırsak okul ekseni etrafında şekilleniyor. Bazen ne sosyal bir insanım diyorum (ki sosyallik kavramını da ele almak lazım aslında burada ama ayrıntılı bir konu, başka zaman inşallah) bazen hayattan soğuyorum... Bunun doğru yer doğru zaman ile ne alakası var diyebilirsiniz. Haklısınız. Belkide hep o hayattan soğuduğum zamanlarda kaçırdım fırsatları...
"Üzülme" der Mevlana ve devam eder "Kaybettiğin her şey başka bir suretle geri döner"... Bir süre sonra hayat felsefem halini almaya başladı bu da Mevlana'nın diğer tüm deyişleri gibi... Beklemeye başladım, kaçırdıklarım hatta kaybettiklerim geri gelsin diye... Hala bekliyoum...
Onlu ve yirmili yaşlarınızda siz de duymusunuzdur  "Daha yaşın kaç başın kaç, ne fırsatlar çıkar karşına". Evet, sinir bozucu bir laftır, insanı hayattan soğutur ve aslına bakarsanız insanın kısmeti bir kere kapanınca sonra kolay kolay da açılmaz.
Doğru zamanda doğru yerde... Ne çok hikaye vardır; bir kız vardır bir de erkek, hiç olmadık bir yerde, belki de hayatlarıında ilk defa o gün o dakika bulundukları bir noktada kaşılaşırlar ve sonra ömürlerinin geri kalanında hep birlikte olurlar... Ya da Afrika’nın bilmem ne ülkesinin bilmem ne köyünde doğarsınız, bir gün bir meydanda kalabalık arasından bir şekilde parlarsınız, sonra ABD'ye başkan olursunuz (Obama temelli değil, kurgusal oldu bu ama gerek bizim siyasi liderlerimiz gerekse dünyayı yöneten diğer liderler... Hepsi doğru zamanda doğru yerdeydiler...).
Aslına bakarsanız çok da düşünmeye gerek yok, "şuan bu yazıyı okumasaydım nerde olurdum ya da ne okuyor olurdum; o gün oraya gitseydim ne olurdu..." Demek ki olması gereken buymuş deyip biraz kaderci de olmak lazım. Yoksa hayat sürekli "doğru zaman ve doğru yer" arayıp küçük hesaplar yaparak geçmez. Arada daha büyük fırsatlarda kaçabilir... "Doğru zaman ve doğru yer" aslında biraz da kaderciliktir...